Bingöl Adaklı Zaza mı ?

Sarp

New member
Bingöl Adaklı Zaza Mı?

Merhaba forumdaşlar,

Bugün sizlerle sıcak bir hikâye paylaşmak istiyorum. Hikâye, bir köyde büyüyen iki kişinin, hem kendi kökenleriyle, hem de birbirleriyle olan ilişkileriyle nasıl yüzleştiğini anlatıyor. Adaklı köyünde doğup büyüyen Erdal ve Zeynep'in hikayesi üzerinden bir çok şey öğrenebiliriz. Bu yazıyı, sadece bir hikaye olarak değil, aynı zamanda insanların farklı kültürlerle, değerlerle ve bakış açılarıyla nasıl şekillendiğini düşünmemiz için bir fırsat olarak görmek istiyorum. Bu hikâye, yerel kimliklerin ötesinde, farklı dünyaların kesiştiği bir anı simgeliyor.

Hadi gelin, birlikte bu yolculuğa çıkalım.

Adaklı köyü, Bingöl'ün en güzel köylerinden biriydi. Fırınlardan gelen ekmek kokusu, dağlardan esen serin rüzgar ve köyün içinde yürürken kulağınıza çalınan Zazaca şarkılar, insanı başka bir dünyada hissettirirdi. Erdal, bu köyde doğmuş ve büyümüştü. Annesi Zazaca, babası ise Türkçeyi bilecek kadar iyi bir insandı. Erdal, çocukluğunda köyün geleneklerine sıkı sıkıya bağlı bir yaşam sürmüş, ama zamanla dış dünyayı, yani şehirdeki hayatı merak etmeye başlamıştı.

Erdal’ın hayatı, bir gün Zeynep’in köylerine gelmesiyle değişti. Zeynep, İstanbul'dan, köklerinden pek de haberdar olmadan gelmişti. Zeynep'in babası bir iş adamıydı, annesi ise köklerini unutmamaya çalışsa da şehre göç etmiş bir kadındı. Zeynep, Adaklı köyüne ilk geldiğinde, burada yaşamayı sevdi ama bir şeyler eksikti. İnsanlar sıcak, ama bir o kadar da katıydı. Zeynep, bu köyün dilini ve kültürünü öğrenmeye çalıştı ama bir şey vardı; köylüler Zeynep’e yabancıydı, o ise tam olarak onlara ait hissedemiyordu.

Bir akşam, Zeynep, köyün kahvesine gitti. Erdal oradaydı, gözleri hafif kararmış, üzerine bir yorgunluk çökmüş şekilde... Zeynep, onun ne düşündüğünü anlamaya çalıştı. Erdal ise, Zeynep’in farkında değildi, ama Zeynep’in merakı, Erdal’ın içine kapanık dünyasına girmeye başladığında, bir şeyler değişti.

Erdal, her zaman çözüm odaklı bir adamdı. Her şeyin bir nedeni, her sorunun bir çözümü vardı. Köydeki işlerin çoğunu organize eder, evde ise babasına yardım ederdi. Bir gün, Zeynep ona Zazaca hakkında bir şeyler öğrenmek istediğini söyledi. Erdal, Zeynep'e Zazaca öğretebileceğini düşündü ama bir süre sonra Zeynep’in bu dilleri konuşma tarzının farklı olduğunu fark etti. Zeynep, kelimeleri sadece konuşmakla kalmaz, derin anlamlar yüklerdi onlara. Kadınsı bir içgörüyle, Zeynep dilin ve kültürün ötesinde, duyguları, insanları ve toplumu anlamaya çalışıyordu.

Bir akşam Zeynep, Erdal’a "Zaza olmak ne demek?" diye sordu. Erdal, kısa bir süre sessiz kaldı. Cevap veremedi. Çünkü Zaza olmak, sadece bir dil konuşmak değildi; bir kimlikti, bir kültürdü, bir yaşantıydı. Zeynep, bunu fark ettiğinde, kendi kökenlerinin eksikliğini, Erdal’ın ise kendi köklerine olan bağlılığını hissetmeye başladı.

Erdal, çözüm odaklıydı; Zeynep ise ilişkileri derinlemesine anlamaya çalışıyordu. İki farklı bakış açısı vardı. Erdal, köyün geleneklerine göre yaşar, mantıkla çözüm üretmeye çalışırken, Zeynep duygularını ve insanların arasındaki ilişkileri daha fazla merak ederdi. Birinin dünyası hep mantıkla şekillenmişken, diğerinin dünyası duygusal bağlarla sarılmıştı.

Erdal, Zeynep’e Zaza kültürünü, Adaklı’nın geleneklerini anlatırken, Zeynep, Erdal’a "Bu köyde insanlar birbirlerini sadece sözleriyle değil, bakışlarıyla da anlarlar mı?" diye sordu. Erdal, “Evet, bizim kültürümüzde gözler çok şey anlatır,” dedi. Zeynep, bunu düşündü ve gözlerini Erdal’a dikerek, gerçekten o gözlerde başka bir dünyayı gördü.

Zeynep, çok geçmeden Erdal’ın iç dünyasına dalmayı başardı. Onun içsel dünya savaşını, korkularını ve kaygılarını keşfetti. Erdal, Adaklı köyünde Zaza olarak büyümüş ve bu kimliği üzerine inşa ettiği hayatında ne kadar da yalnız olduğunu fark etti. Zeynep ise, Erdal’ın hayatını çözümlemek yerine, ona empatik bir şekilde yaklaşarak, onun içsel dünyasına dokunmayı başardı.

Bir gün, Erdal ve Zeynep birlikte dağlarda yürüyüş yaparken, Erdal birden durdu ve gözlerini yerden kaldırarak Zeynep’e baktı. "Zeynep," dedi, "belki de Zaza olmak sadece dil konuşmak değil. Zaza olmak, bu topraklara, bu dağlara, bu insanlara ait olabilmektir. Zaza olmak, bir kimlik taşımaktır, ama aynı zamanda kaybolmaktır da." Zeynep, derin bir iç çekişle başını salladı. "Evet," dedi, "belki de kaybolmaktan korktuğumuz kadar, bulunduğumuz yerin gerçekten bizim olduğundan da korkuyoruz."

Forumdaşlar, şimdi sizlere soruyorum; Zaza kimliği sadece bir dilin ötesinde, bir yaşam biçimi ve kültür değil midir? Erdal ve Zeynep’in hikayesi, bizim kültürel mirasımıza, kimliğimize nasıl bakmamız gerektiğine dair önemli bir ders veriyor. Zaza olmanın ne demek olduğu, her birey için farklı bir anlam taşıyor olabilir. Ama unutmayalım ki, bir kimlik yalnızca dışsal bir etiket değildir; içsel bir yolculuktur.

Siz ne düşünüyorsunuz? Erdal ve Zeynep'in hikayesinden aldığınız dersler neler? Hadi, hep birlikte tartışalım ve hikayenin derinliklerine inmeye çalışalım.